Kendini Temizleyen Yaprakların Sırrı‏

Kendini Temizleyen Yaprakların Sırrı‏

1AĞU

Kıyafetleriniz hiç kirlenmese, daima temiz kalsa ve siz de onları yıkamak zorunda kalmasaydınız ne iyi olurdu değil mi? ‘Tatlı bir rüya gibi olurdu” mu diyorsunuz. Aslında haklısınız. Kimya Sektörünün devi olan BASF firmasının Almanya’da Ludwigshafen kentindeki laboratuarlarında araştırmalarını sürdüren uzmanlar, kumaş, kağıt ve hatta yer karolarını temiz tutabilecek, hatta bu malzemelerin kendi kendilerini temizlemesini sağlayacak bir sprey geliştirebilmeyi hayal ediyorlar.

Projelerini gerçekleştirmede avantajlı bir noktadan işe başlıyorlar, çünkü aradıkları özellik doğada hazır halde bulunuyor. Sahip olduğu yaprak tasarımı sayesinde nilüfer çiçeği asla kirlenmiyor ve her yağmurda kendi kendini temizliyor.

1990’lı yılların başında Almanya’nın Bonn Üniversitesi’nden Wilhelm Barthlott, nilüfer yapraklarının mikroskobik tasarımını gün ışığına çıkardı. Dışarıdan bakıldığında fark edilmemesine karşın, bitki mikroskobik ölçüde son derece özel bir yüzey tasarımına sahip. Buna göre nilüfer yaprakları 5-10 mikrometre (milimetrenin binde biri) yüksekliğinde ve birbirinden 10-15 mikrometre mesafede olan çok küçük tümseklere sahip. Sonuçta ortaya 0.1 mikrometre genişliğinde, tellerden oluşan engebeli bir yüzey çıkıyor. Bu tepeler balmumuyla kaplı. Bu bozuk yüzey şekline sahip olması sayesinde su damlacıkları yüzeyle tam bir temas sağlayamıyor ve kendi ağırlıklarıyla aşağıya doğru akıyorlar.

TEMİZ KALMAYI SAĞLAYAN MİKRO-DİZAYN

Nilüfer çiçeğinin bu özelliği ona bakteri ve mikroplara karşı önemli bir koruma da sağlıyor. Yağmur damlalarıyla temizlenen yapraklarda mikroskobik ölçekteki bu canlılar bile tutunamıyor. Böylece bitki hem toz ve kirden, hem de hastalıklardan uzak kalıyor..

BASF laboratuarlarında Nilüfer çiçeğinin bu mucizevi özelliğini en etkili şekilde taklit etme çalışmaları sürüyor. Araştırmaları yürüten Harald Keller, üretmeye çalıştıkları spreyin, bir cila gibi düzenli kullanıldığında, deri ayakkabıları koruyup kirlenmelerini engelleyebileceğini söylüyor(1). Ancak Keller, daha alacakları çok yol olduğunu belirtiyor, çünkü geliştirme aşamasındaki ürün yağ tutuyor, çabuk aşınıyor ve derinin rengini değiştiriyor.

Nilüfer çiçeği, su tutmayan bu tasarımıyla, bilinen balmumu kaplamalardan 20 kat daha etkili. Yapılan deneyler, Keller’in ürününün nilüferin ancak yarısı kadar etkili olduğu ortaya koydu.

NİLÜFER BOYA SEKTÖRÜNDE DE ÖRNEK ALINIYOR

Daha önce Alman ISPO şirketi, “Lotusan” isimli silikon bazlı bir dış cephe boyası çıkarmıştı(2). Bu ürün tamamen Nilüfer çiçeğindeki tasarıma dayanılarak geliştirildi. Zaten Lotusan ismi de Nilüfer çiçeğinin İngilizce adı olan Lotus’tan geliyor. Wilhelm Barthlott’ın araştırmalarının sonuçlarından elde edilen bilgiler ışığında üretilen boya kirlenmiyor. Nilüferi taklit eden boya 10 sene garantili olarak satılıyor. Bu ürünün aynı zamanda Lotus Effect, yani nilüfer etkisi adıyla da patenti alınmış durumda.
Her tasarımın bir tasarlayanı olduğu gibi nilüfer çiçeği de özel olarak tasarlanmıştır. Bu tasarım bizlere üstün Akıl sahibi, alemlerin Rabbi olan Allah’ın yaratmasını gösteren bir delildir. Allah’ın yarattığı nilüfer çiçeğinde insanlar için faydalar olması da Allah’ın ayetlerindendir.

“Gerçekten hayvanlarda da sizin için bir ders (ibret) vardır; karınlarının içinde olanlardan size içirmekteyiz ve onlarda sizin için daha birçok yararlar var. Sizler onlardan yemektesiniz.” (Müminun Suresi, 21.ayet)

 

http://bilimveyaratilis.wordpress.com/author/bilimveyaratilis/

Genel içinde yayınlandı | ile etiketlendi | Yorum bırakın

HAYRET VÂDÎSİ

Genel içinde yayınlandı | Yorum bırakın

NATURE by NUMBERS

Genel içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Otomatik beyin, bilinçaltının gizemi

Gözümüzü açtığımız her sabah, bilinçaltı bize dünyamız olarak algıladığımız bir simuslasyonu oynatıyor. Beyninizin bu tarz rutin şeyleri sizi rahatsız etmeden gerçekleştiriyor. Bilinçli düşünmenin ateşleme işlemi, en üst düzeydeki bir atletin kasları için gereksinim duyduğu enerjiden daha fazlasına ihtiyac duyar. Bilimadamlarına göre, bilinçaltı devrelerimiz eşzamanlı olarak, bilinçli devrelerden 200.000 kat daha fazla işleme giriyor. Biz bilinçaltı okyanusunu fark etmeyiz, çünkü sadece bilinçli zihinin yaptıklarından haberdarız ve bu yüzden de bilinçli zihnimizin dünyayı yönettiğini düşünürüz! Gördüklerimizin %99’u anılarımızdan projekte olur, sadece %1′i duyusal organlarımızdan gelir. Aynı anda aldığımız 11 milyon bilginin maksimum 40 biriminde bilinçli farkındalık olabilir. Beyninizin yarısı görsel bilgiyi işlemek için ayrılmıştır. Hangi bilginin yeni ve yeterince önemli olduğuna, biz olmadan hattâ biz bilmeden, beynimiz karar verir. Daha önce görmediğiniz yeni bir yüze 100 milisaniyeden az bir süre bakmanız onun hakkında bir karar vermeniz için yeterlidir. Deneyler kanıtlıyor ki, çok hızlı bir şekilde yargıda bulunuyoruz! Yüzleri nasıl tanıyoruz? Yüzümüzde 43 aktif kas ile, 3000 anlamlı yüz ifadesi oluşturabiliyor. Beden hissedişine güvenemezsiniz, tıpkı beynin gördüklerimizi oluşturduğu, kurguladığı gibi, beden de beyin tarafından oluşturulur. En güçlü duyu, dokunma duyusu, denge duyusudur. Aşk ve beyin… Popüler düşüncenin aksine, erkekler kadınlara göre daha çabuk ve daha kesin aşık olurlar. Biz yapmadan çok önce beynimiz, bizim için karar veriyor.   http://okyanusum.com/belgesel/otomatik-beyin-bilincaltinin-gizemi/

http://vimeo.com/99024164

Genel içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Kuantum Bilinç : Bilim ve Maneviyatı Uzlaştırma Yolu

Yazan: Dr. Kingsley Dennis, sosyolog ve yazar, ‘‘Arabadan Sonra’’ kitabının ortak yazarı
Çeviren: Esin Tezer

21.ci yüzyıldaki insan düşüncesi; canlı, enerjik bir evrenin içine insanoğlunu sokan yeni bir model üzerinde çalışmaya ihtiyaç duyuyor. Oysa bu ihtiyaç, zaten sahip olduğumuzu boşa harcadığımız bir gereksinim değil; onu bilakis şimdiki pozisyonumuza getiren araçlar üzerinde geliştirebiliriz.

Kabaca şu şekilde çevrilen bir doğu atasözü vardır: “Eşeğinize ön kapıda binebilirsiniz, fakat ona evinizin içinde biner miydiniz?’’

Bir başka deyişle, belirli bir istikamete vardığımızda yolculuğa devam edebilmek için çoğu kez bir geçiş yapmamız gereklidir. Bu bağlamda, şu anda durduğumuz noktaya ulaşmamıza yardım eden bilimsel ve dinî düşüncenin engin bilgi temeline müteşekkir olmalıyız. Yine de, şimdi ilerlememiz zorunlu. Deepak Chopra’nın ‘’Bilinç ile Bilim ve Din Arasındaki Savaşın Sona Ermesi’’ yazısında yazdığı gibi; nasıl ilerlediğimiz muhtemelen bilinç anlayışımızda yoğunlaşmıştır.

Fiziksel cihazımız muhteşem; herbirimizin realitesini oluşturan yaklaşık 100 milyar hücreli, neredeyse tüm nöronları doğduğumuz gün belirlenmiş bir biyoelektrik kuantum bilgisayarını taşıdığımızı gözönüne alın. Buna rağmen; bu olağanüstü ‘’realite şekillendiricisi’’, evrimsel tarihimiz boyunca muazzam algısal değişimden geçirilmiştir. Bu önemli birleşme anında gereken şey, bir diğer bilinç değişiminin katalizörüdür. Bu, kuantum biyoloji alanındaki keşifler sayesinde meydana gelebilir ve Ervin Laszlo tarafından daha önceki bloglarında vurgulanan fikir; sahip olduğumuz bilinç şeklinin muhtemelen ‘’kuantum uyumun’’ sonucu olmasıdır.

İnsan bedeni; beyin, beden ve sinir sistemi boyunca molekülleri, hücreleri, organları ve sıvıları bağlayan binlerce karşılıklı reaksiyonun ve işlemin sabit akışıdır. Yakın bir zamana kadar tüm bu sayısız karşılıklı reaksiyonun doğrusal bir sırada, koşucunun sopayı bir sonraki koşucuya vermesi gibi işlediği düşünülmüştü. Halbuki, kuantum biyoloji ve biyofizik’teki en son bulgular keşfetmiştir ki; tüm yaşayan sistemlerin içinde aslında muazzam derecede bir uyum vardır.

Yoğun bilimsel inceleme aracılığıyla keşfedilmiştir ki, kuantum uyum’un bir şekli biyolojik uyarılmalar ve biyofoton emisyonu olarak bilinen yaşayan biyolojik sistemler içerisinde işlemektedir. Bu şu manaya gelmektedir: Metabolik enerji; elektromekanik ve elektromanyetik uyarılmalar şeklinde saklanmaktadır. Enerji ve çok zayıf elektromanyetik sinyallerin dönüşümü yoluyla oluşturmaktan ve uzun-sıralı düzeni sürdürmekten sorumlu olanlar, bu uyumlu uyarımlardır.

Fritz-Albert Popp, neredeyse 20 yıllık deneysel araştırmadan sonra biyofotonların yaşayan sistem içerisindeki uyumlu bir elektrodinamik alandan yayıldığı varsayımını öne sürdü. Bu; etkili bir şekilde, her bir yaşayan hücrenin uyumlu enerjinin bir biyofoton alanından yayıldığı ve yankılandığı manasına gelmektedir.

Eğer her bir hücre bu alanı yayıp dışarı veriyorsa, o zaman tüm yaşayan sistem; yankılanan bir alanla, heryerde birden bulunan yerel olmayan (non-local) bir alanla etkidedir.

Ve o, yaşayan sistemin iletişim kurduğu biyofotonlar vasıtasıyla olduğu için; o halde baştanbaşa yakın enstantane haberleşme vardır. Ve bu, Popp’un iddia ettiği gibi; ‘’Kuantum uyum’’ diye bahsedilen uyumlu biyolojik organizasyonun da temelidir. Biyofizikçi Mae-Wan Ho; insan bedeni dahil, yaşayan organizmanın ‘’en çılgın rüyalarımızın ötesinde’’ nasıl uyumlu olduğunu, bedenlerimizin iletişim, rezonans ve uyumun kusursuz vericisi olan likit kristal formu tarafından nasıl oluşturulduğunu anlatmıştır.

Tüm yaşayan biyolojik organizmalar sürekli olarak bir uyum ve iletişim alanını oluşturan ışık radyasyonlarını yayarlar. Dahası biyofizikçiler, yaşayan organizmaların kuantum dalga formları tarafından yayıldıklarını keşfetmişlerdir. 1998 yılı kitabı ‘’Gökkuşağı ve Solucan: Organizmaların Fiziği’’nde Ho, gözle görülebilir bedenin sadece organizmanın dalga fonksiyonunun en yoğun olduğu yerde olduğunun bilgisini vermektedir.

Görünmez kuantum dalgalar herbirimizden yayılmakta ve tüm diğer organizmaların içine sızmaktadır. Aynı zamanda her birimiz, kendi oluşumumuzun içerisine karışmış her diğer organizmanın dalgasına da sahiptir…

Bu olağanüstü yeni keşif, aslında dalga etkileşimlerinden (bedenlerin buluştuğu yerde) oluşan yerel olmayan (non-local) kuantum alan içerisindeki her bir yaşayan varlığı pozisyonlandırmaktadır. Bu nedenle her bir kişi birbiriyle yalnızca empatik bir ilişkide değil; birbine karışıktır. Nörobilim, kuantum biyoloji ve kuantum fizik şimdi bedenlerimizin yalnızca biyokimyasal sistemler değil; sofistike yankı yapan sistemler olduğunu gözler önüne sermek için yakınlaşmaya başlıyorlar.

Bu yeni keşifler zamansız bağlantılı bilincin bir formunun fiziksel-bilimsel temele sahip olduğunu gösteriyor. O daha da fazlası, belirli ruhani veya ortak TEK’liğin transandantal hallerinin yeni bilimsel paradigma içinde mantıklı bir temele sahip olduğunu ispatlıyor.

Eğer eşekten inmeyi arzu ediyorsak, ilerdeki yeni yolumuzun bilim ve maneviyatı bağdaştırmak için bir yere sahip olduğunu keşfedeceğiz. Her iki dünyanın da en iyileri üzerine odaklanmalıyız: Çekişme ve rekabete değil, dayanışmaya bağlan.

http://www.okyanusum.com/kuantumbilinc.html

Genel içinde yayınlandı | Yorum bırakın

DUÂLAR

E’ûzü Billâhi min’eş-şeytâni’r-racîm Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm Rabbi ennî messeniye’ş-şeytânu bi nusbin ve azâb. Rabbi e’ûzü bike min hemezâti’ş-şeyâtıyni We e’ûzü bike Rabbi en yahdurûni. We hıfzan min külli şeytânin mârid. **************************** Eûdhü ”Bi” wechi’llêhi’l-Kerîm. We kelimêti’llêhi’ttêmmêti’lletî: Lê yücêwiz hünne berrun welê fêcirun Min şerri mê yenzilü min’es-semêi We mê ye’arucu fîhê We min şerri mê dherae fi’l-ard We mê yakhrucu minhê We min fiteni’l-leyli we’n-nehêri İllê târikan yatruku bi khayrin Yê Rahmên! ******************************** E’ûzü B’illâhi min’eş-şeytâni’r-racîm B’ismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm Kul e’ûzü BiRabb’il-felak Min şerri mâ khalak We min şerri ğâsikın izê wekab We min şerri’n-neffêsêti fi’l-‘ukad We min şerri hâsidin izê hased ******************************** Kul e’ûzü BiRabb’in-nês Meliki’n-nês İlêhi’n-nês Min şerri’l-weswêsi’l-khannês Ellezî yüweswisü fî sudûri’n-nês Min’el-cinneti we’n-nês ********************* Eûzü b’illâhi min’eş-şeytâni’r-racîm (Sığınıyorum Allâh’a… kovulmuş şeytândan) B’ismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm (Rahîm Rahmân Allâh ismiyle…) Rabbi… Ennî messeniye’ş-şeytânu bi nusbin we ‘azêbin. ***(K*38/41)*** (Rabb’im… bana dokundurdu şeytân bir yorgunluk ve azâb) **************** Rabbi e’ûzü bi ke… min hemezêti’ş-şeyêtıyn… We e’ûzü bi ke Rabbi.. en yahdurûni… ***(K*23/97-98)*** (Rabb’im… sığınıyorum Sana… şeytanların dürtüklemelerinden. Ve sığınıyorum Sana Rabb’im… benim yanımda bulunmalarından) ***************** We hıfzan min külli şeytânin mâridin… ***(K*37/7)*** (Ve her türlü inatçı-âsî şeytandan koruduk) ********************** 1-Allâhumme innî es’elüke hubbeke We hubbe men yuhıbbuke. (Allâh’ım Sen’den;aşkını, Sen’i sevenin sevgisini diliyorum) ********************************** 2-Allâhumme innê nes’elüke Min khayri mê seeleke minhu Nebiyyuke Muhammedun (Sallâ’llâhu ‘aleyhi we sellem) We ne’ûdhu bike min şerri Me’steâdhe minhu Nebiyyuke (Sallâ’llâhu ‘aleyhi we sellem) We Ente Musteân! (Allâh’ım Nebîn Muhammed ‘aleyhi’s-selâm Hayırdan ne istemişse Sen’den, Ben de onları istiyorum; Şerden nelerden sığınmışsa Sana, Ben de onlardan Sana sığınıyorum. Müsteân-yardım eden ve istenilen-Sen’sin!) ********************************* 3-Yê mukallibe’l-kulûb! Thebbit kalbî ‘alê dînike. (Ey kalpleri dilediği tarafa döndüren, Kalbimi dînin üzere sabitle!) ********************************** 4-Allâhumme akhricnî Min zulümêti’l-wehmi We ekrimnî bi nûri’l-fehmi. (Allâh’ım! Beni vehim karanlıklarından çıkart. We bana nûrunla anlayış ikrâm et.) *********************************** 5-Rabbi zidnî ‘ilmen we fehmen We îmênen we yekıynen sâdikan. (Rabb’im!İlmi,anlayışı,îmânı, Sâdık yakîni-Şüphe içermeyen bilgiyi bana çoğalt.) ********************************** 6-Allâhumme elhimnî ruşdî We e’ıdhnî min şerra nefsî. (Allâh’ım!bana rüşdümü ilhâm et! Nefsimin şer olacak eylemlerinden Sana sığınıyorum!) *********************************** 7-Allâhumme e’ınnî ‘alê dhikrike We şükrike we husni ‘ıbêdetike. (Allâh’ım!Sen’i zikretmemde, Sana şükretmemde Ve Sana güzel olarak kulluk etmemde Bana yardım et!) ************************************* 8-Allâhumme salli we sellim we bêrik ‘Alê seyyidinê Muhammedin ‘Adede khalkıke We ridâe nefsike we zinete ‘arşike We midêde kelimêtike. (Allâh’ım!Seyyidunê Muhammed’e Yarattıklarının sayısınca, Sen râzı olana değin Ve arşının zînetince Ve kelimelerin sayısınca Selâm ve bereket ihsân eyle.) ********************************** 9-Rabbenê!Êtinê min ledünke rahmeten We heyyi’ lenê min emrinê raşedê. (Rabb’imiz!Bize ledünn’ünden bir rahmet ver. Ve işimizde bize doğru olanı başarmayı nasîbet.) *********************************** 10-Rabbi!Ewzi’ nî en eşkura ni’meteke’lletî En’amte ‘aleyye we ‘alê wêlideyye We en a’mele sâlihan terdâhu We aslihlî fî dhürriyyetî İnnî tübtü ileyke We innî min’el-muslimîn.) (Rabb’im!Bana ve anne babama verdiğin Nimetlere şükretmeyi, Razı olacağın güzel eylemler ortaya koymayı, ilhâm eyle-nasîbet; Beni ve zürriyyetimi ıslâh eyle. Muhakkak Sana döndüm. Ve ben Sana teslîm olanlardanım.) ************************************ 12-Rabbi’şrah lî sadrî We yessir lî emrî. (Rabb’im!göğsümü genişlet/içimi ferahlat, İşimi kolaylaştır.) ******************************** 13-Rabbi’c’alnî mukıyme’s-salêti We min dhürriyyetî Rabbenê we tekabbel dü’âi. Rabbenea’ğfir lî we li wêlideyye We li’l-mu’minîne yewme yekûmu’l-hısêb. (Rabb’im!Beni ve zürriyyetimi salâtı ikâme edenlerden et. Duâmı kabûl et… Hesap gününde bana,ebeveynime Ve mü’minlere mağfiret et.) *********************************** 14-Rabbenê heb lenê min ezwêcinê We dhürriyyêtinê kurrate a’yunin Wec’alnê li’l-muttekıyne imêmê. (Rabb’imiz!Bize,eşlerimizden Ve zürriyyetlerimizden Göz aydınlığı bağışla. Ve bizi korunanlar için önder kıl.) ****************************** 15-Rabbi innî eûdhü bike En es’eleke mê leyse lî bihî ‘ilmun. We illê tağfir lî we terhamnî Ekün min’el-khâsirîn. (Rabb’im!Sana sığınıyorum… Hakkında bilgim olmayan bir şeyi Sen’den istemekten… Eğer bana mağfiret ve merhamet etmezsen, Hüsrâna uğramışlardan olurum.) ************************************** 16-Rabbenê zalemnê enfusenê We in lem tağfir lenê we terhamnê Le nekûnenne min’el-khâsirîn. (Rabb’imiz!Biz nefslerimize zulmettik. Ve eğer bize mağfiret ve merhamet etmezsen Hüsrâna uğrayanlardan oluruz.) ************************************* 17-Rabbenê lê tüziğ kulûbenê Ba’de idh hedeytenê We heb lenê min ledünke rahmeten İnneke Ente’l-Wehhêb. (Rabb’imiz!Gerçeğe erdirdikten sonra Kalplerimizi kaydırma. Ve bize ledünn’ünden rahmet bağışla. Kesinlikle Sen sonsuz bağışlarda bulunansın.) ********************************* 18-Rabbenê êtinê fi’d-dünyê haseneten, We fi’l-êkhırati haseneten We kınê ‘adhêbe’n-nêr. (Rabb’imiz!bize dünyâda da güzellik ver, Ve âhirette de güzellik… Ve bizi ateş azâbından koru.) ************************************ 19-Allâhummağfir lî khatıyetî we cehlî We isrâfî fî emrî… We mê Ente a’lemu bihî minnî! Allâhummağfir lî hezlî we ciddî, We khataî we ‘amdî We küllü dhêlike ‘indî… (Allâh’ım!Hatâlarımı,cehâletimi, İşlerimdeki isrâfımı bağışla. Ve benden daha iyi bildiğin hatalarımı da! Allâh’ım!Lâtîfeyle yaptığımı, Ciddî olarak yaptığımı, Bilmeyerek veya kasden yaptığım Yanlış eylemlerimi de bağışla… Îtirâf ediyorum ki, Bunların hepsi de bende mevcut.) ************************************** 20-Rabbenê mê khalakte hêdhê bêtılê Sübhâneke fe kınê adhêbe’n-nêr. Rabbenê.. İnneke men Tüdkhıli’n-nêra fe kad akhzeyteh We mê li’z-zâlimîne min ensâr. Rabbenê innenê semi’nê münêdiyen Yunêdî li’l-îmêni en êminû bi Rabbikum Fe êmennê… Rabbenê fağfir lenê dhünûbenê We keffir ‘annê seyyiêtinê We teweffenê me’a’l-ebrâr. Rabbenê..We êtinê mê we’attenê ‘alê rusülike We lê tukhzinê yewme’l-kıyêmeh İnne ke Lê tukhlifu’l-mî’âd. (Rabb’imiz!Gökleri ve yeri ve arasındakileri Boşuna yaratmadın.Tesbîh ederiz Sen’i. Bizi ateş azâbından koru! Rabb’imiz!Îmâna dâvet eden bir Münâdî duyduk. Ve îmân ettik… Rabb’imiz bağışla kusurlarımızı Ve sil günahlarımızı Ve bizi ebrâr ile birlikte vefât ettir. Rabb’imiz!Resullerine bizim için vaat ettiklerini İhsân buyur. Kıyâmet günü mahcûp olmaktan bizi koru. Elbette Sen sözünden caymazsın….) ************************************ 21-Yâ Rabbî! Sen beni kendine halîfe olarak Yeryüzünde yaşatıyorsun. Oysa ben eylemlerimle, Sen’in halîfene yakışmayacak İşler ortaya koydum. Ve bu yanlışımın da farkına vardım! Lûtfen… Varoluş kemâlâtıma yakışmayan Eylem ve düşüncelerimden dolayı Beni bağışla… Eğer bağışlamazsan, Sefîl beşerî değerlendirme,yargılama Ve şartlanmalar bataklığında boğulur giderim! Bu yüzden bana merhamet et… Ve bana varoluş kemâlimin Gereğini yaşama yolunu kolaylaştır.) ******************************** 22-Lê ilêhe illê Ente Sübhâneke İnnî küntü min’ez-zâlimîn. (Tanrı yok;Sâdece Allâh! Tesbîh ediyorum Sen’i… Ben zâlimlerden oldum…) ********************************** 23-Allâhumme…Rahmeteke ercû Felê tekilnî ilê nefsî tarfete ‘ayn. We aslih lî şe’nî küllehû. Lê ilêhe illê Ente. (Allâh’ım…Rahmetini ricâ ediyorum… Beni göz kırpması kadar dahi Nefsime bırakma. Her ân’ımı düzelt. Tanrı yok;Ancak Sen varsın…) ******************************* 24-Allâhumme!Ekfinî bi halêlike ‘an harâmik. We eğninî bi fadlike ‘ammen siwâke. (Allâh’ım!Haramlarına karşı bana Helâllerinle kifâyet et. We fazlınla Sen’den ğayrından müstağnî kıl beni) ********************************* 25-Yê Hayyu!Yê Kayyûm! Yê Dhe’l-Celêli We’l-İkrâm! Es’elüke en tühyiye kalbî Bi nûri ma’rifetike ebeden Yê Allâh! Yê Allâh! Yê Allâh! Yê Bedî’a’s-Semêwêti we’l-ard. (Mutlak Diri ve Kendisiyle Kâim Yüce Zâtıyla ikrâm edici! Dilerim Sen’den Mârifet nûruyla kalbimi diriltmeni Ebeden… Yâ Allâh! Yâ Allâh! Yâ Alâh! Ey gökleri ve yeri Bir örneği olmaksızın yaratan!) **************************** 26-Allâhumme!İnnî e’ûdhü bi Ridâke min sekhatıke We bi mu’âfêtike min ‘ukûbetike We e’ûdhü bi ke minke Lê uhsıy thenêen Ente kemê ethneyte ‘alê nefsike. (Allâh’ım!Hoşnutsuzluğundan rızâna Cezâlandırmandan bağışlamana Sen’den Sana sığınıyorum. Sen’in Kendine olan senân gibi Senâ etmekten aczimi îtirâf ederim.) ******************************** 27-Allâhumme!Eslemtü nefsî ileyk We weccehtü wechî ileyk We fewwadtü emrî ileyk We elce’tü zahrî ileyk Rağbeten we rahbeten ileyk Lê melcee we lê mencee minke illê ileyk Êmentü bi kitêbike’lledhî enzelte We nebiyyike’lledhî erselte. (Allâh’ım!Kendimi Sana teslîm ediyorum. Yüzümü Sana yöneltiyorum (Şuurumda sâdece Sen…) İşimi Sana bırakıyorum. Sana ilticâ ediyorum. Sâdece Sana rağbet edip Sana yönelip ;Sen’den haşyet duyarak Sen’den başka sığınılacak ve himâye edecek yok. İnzâl ettiğin kitâba İrsâl ettiğin Resûle imân ettim.) **************************** 28-Allâhumme’rzuknê îmênen dêimên We yekıynen sâdikan We kalben khâşi’an We lisênen dhêkiran We ‘amelen makbûlen We rizkan wêsi’an We ‘ilmen nêfi’an We deraceten rafî’aten We tewbeten nesûhaten kable’l-mewti We râhaten ‘inde’l-mewti We mağfiraten ba’de’l-mewti We emnen min ‘adhêbi’l-kabri. (Allâh’ım!dâimî îmânı Sıdk üzre yakıyni/îkânı Haşyet duyan kalbi Zikreden lîsânı Makbûl çalışmaları Kapsamlı bir rızkı Fayda getirecek bilgiyi/bilmeyi Yüksek dereceyi Boyut değiştirmeden önce Sana özümle dönmeyi Boyut değiştirme sırasında kolaylık ve rahatı Boyut değiştirme sonrası mağfiretini Boyut değiştirme sonrası ortamların azâbından Güvende olmayı bana ihsân et.) **************************** 29-Allâhumme!İnnî e’ûdhü bike min’el-keseli we’l-heram We’l-me’themi we’l-mağram We min fitneti’l-kabri we min fitneti’n-nêr We ‘adhêbi’n-nêr we min şerri fitneti’l-ğınê We e’ûdhü bike min fitneti’l-fakr We e’ûdhü bike min fitneti’l-mesîkhi’d-deccêl Allâhumma’ğsil ‘annî khatâyêye bimêi’th-thelci we’l-berad We nekkı kalbî min’el-khatâyê Kemê nakkayte’th-thewbe’l-ebyeda min’ed-deyn We bê’id beynî we beyne khatâyêye Beyne’l-meşrikı we’l-mağribi. (Allâh’ım!Tenbellik,uyuşukluk ve bunamadan Günahtan,ödleklik ve kabir azâbından Zenginlik imtihân ve şerrinden Fakîrlik imtihân ve şerrinden Sana sığınıyorum. Allâh’ım!Deccâlin şerrinden Sana sığınıyorum. Allâh’ım!Günahlarımın kirini El değmemiş soğuk kar suyu ile yıka… Kalbimi günahlardan arındır Benimle günahlarımın arasını Doğu ile batı arası kadar uzak eyle.) ******************************* 30-Allâhumme! İnnî e’ûdhü bike En üşrike bike şey’en we ene a’lem We esteağfiruke limê lê a’lem İnneke Ente’l-‘Allêmu’l-ğuyûb. (Allâh’ım!Sana sığınmaktayım,bilerek Sana herhangi bir şeyi eş/ortak tutmaktan Bilmediklerim hakkında da Sen’den mağfiret talep ediyorum. Sen gizli olanları en mükemmel bir şekilde Bilen’sin.) ******************************** 31-Rabbenê! Êtinê min ledünke rahmeten We heyyi’ lenê min emrinê raşedê. (Rabb’imiz!Bize ledünn’ünden bir rahmet bağışla. Ve bize işimizde doğruyu başarmayı nasîp et.) ********************** 32-Yê Nûra külle şey’in we hedêhu Akhricnî min’ez-zulümêti ile’n-Nûr. (Herşeyin Nûru ve yol göstericisi! Çıkar beni karanlıklardan Sen’in Nûr’una…) **************** 33-Rabbi innî mağlûbun fentesır Wecbur kalbi’l-munkesir Wecma’ şemli’l-muddethir İnneke Ente’r-Rahmênu’l-Muktedir. İkfinî yê Kêfî Fe ene’l-‘abdü’l-muftekır We kefê b’illêhi Weliyyen! We kefê b’illêhi Nesıyran! İnne’ş-şirke le zulmün ‘azıym! We me’llâhu yurîdü zulmen li’l-‘ibêd Fe kutı’a dêbiru’l-kawmi’lledhîne zalemû We’l-hamdü lillêhi Rabb’il-‘âlemîn! ÂMÎN

Genel içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Basal Ganglia

Genel içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Beyin-Dalga Fonksiyonu Uyarımında “SES”in Kullanılması

Beyin-Dalga Fonksiyonu Uyarımında “SES”in Kullanılması
 

 
Dr Jeffrey D Thompson
Çeviren : AylinER

Çeşitli ses ve sonik titreşimli frekansları kullanan insanın, biyolojik tepkimesinin daha önceki etkin kanıtlarından bazı seslerin fizyolojik sistemler (örneğin:kalp atım hızı, solunum,  Galvanik deri resistansı (GSR), elektromiyografi-kasların  kasılmasını sağlayan elektriksel aktivitenin izlendiği ve yorumlandığı kas incelemesi (EMG), Elektroansefalogram, kafatası yüzeyinde çeşitli noktalar arasındaki elektriksel potansiyel farklarının kaydı (EEG), Elektrokardiogram (EKG), vücud derecesi ve diğerleri gibi) üzerinde doğrudan etkisi bulunmuştur.

Son zamanlardaki teknoloji ve araştırmalardaki gelişmelerle insan bedeni ve beyni üzerinde sonik dalga formlarının ve onların etkileri konusunda geniş ve zengin bir bilgiye ulaşılmıştır. Müzik terapisine paralel “psikoakustik” adı altında yeni bir bilim dalı da böylelikle ortaya çıkmıştır. Bu alanın gözdesi sonik titreşim, ses ve müzik,  bilinçaltı tepkimeler ve fiziksel uyarılar için kullanılmakta ve  pozitif sonuçlar elde edilmektedir.

Son zamanlarda fiziksel ve fizyolojik tepkileri elde etmek için elektronik ortamda doadaki seslerin(okyanus, dalga, su, rüzgâr, hayvan, insan, organik, yunus vs) gizlenerek kullanıldığı gözlemlenmiştir. Bu sesler elektronik olarak hızlanan, azalan değişik oktavlarda değişik filtrelerden geçirilir ve belirli bir ses yayarlar. Bu seslerin frekanslar, hedef alınan durum ne ise beyni rezonansa geçirerek o yönde bilinçaltını aktive eder. Amerika Birleşik Devletleri’nin çeşitli merkezlerinde yürütülen çalışmalarda, müzik ve ses- frekans uygulanmasının pozitif  fizyolojik tepkileri gözlemlenmiştir.

Güncel deneysel projelerin bir bölümü, güçlü tepkiler gözlemlediğimiz “İlkel-Başlangıçtan beri varolan Sesler”in kullanılması ile  oluşmakta. Bu sesler, bilinçaltı tarafından derinlemesine tanımlanabilir seslerdir.

Örneğin; doğa sesleri, fiziksel organizma sesleri. Daha sonra bu seslerin bilinçli zihinin tanımaması için bir şekilde gizlenmiş olarak biliçüstünden gizlenerek  kullanılmasından  çok büyük sonuçlar elde edilmiştir.

Bu sonra bilinçaltı programlama tepkilerine benzer -sözel cümlelerin tanımlanmaması için hızlandırılması ya da yavaşlatılması-  bir mekanizmayı aktive eder. Bilinçaltının rahatlıkla mesajı duyduğu ve değişken davranışlar içerisinde belirgin sonuçlar ürettiği gözükmektedir.

Daha sonra deneyde deneklere ses ortamındaki gizlenmiş “ İlkel Sesleri” açığa çıkarılıp, bunlar dinletilerek yükselmiş zihin yatkınlığının oluştuğu bir bilinçaltı “açıklık” durumu meydan gelmesi sağlanır.

Bazı durumlarda hatta nöro-hormon ve otomatik beden işleyişi bile bu belirli ses titreşim modellerine tepki verdiği olmuştur. Bu seviyedeki iletişimin yüksek beyin fonksiyonu ve psikoloji, öğrenme ve tedavi alanlarındaki etkileri göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür.

Şu zamana kadar kullanılan pek çok ses, NASA tarafından uzayda kaydedilen bir takım seslerle çarpıcı bir şeklide benzerlik göstermektedir. Aslında ilkel, doğa ve organik seslerin ilginç özelliklerinden bir tanesi de bu seslerin değişik oktav seviyelerinde birbirlerine benzer eğilim göstermeleridir.

Örneğin; yunus/ okyanus  seslerini 64 defa yavaşlatırsanız, insan sesine çok benzer bir ses duyulur. Yunusların sesini iki oktav hızlandırdığınızda kuş sesi gibi bir ses ortaya çıkar. Martı sesini iki oktav yavaşlatırsanız o zaman da o ses yunus sesine benzer. İnsan sesini hızlandırırsanız da ilk önce yunus sesi daha sonra da kuş gibi bir ses duyarsınız , vb… bunların hepsi bilinçaltında kuvvetli bir etkiyle mevcuttur.

Daha kapsamlı  araştırmalar mevcut olan ve gözlemlenmiş beyin ve merkezi sinir sistemi tepkilerini geliştirmek  ve dışsal metodları kullanarak da daha üst seviyede belirli beyin fonksiyonuna geçmek için gereklidir.
Eski çağlardan beri insanlar değişen bilinç durumlarını çoğaltmak ve geliştirmek için sesi kullanmaktalar.

Binlerce yıldır hayatlarımızı değiştirmek, doğanın içsel ve dışsal güçlerini kontrol etmek, insan bilincinin gücünün sırlarını derinine incelemek için metodlar oluşturulmuştur. Çin meditasyon gongları-çanları, Tibet’te mental “öten” çanaklar, ziller,büyük ziller, şarkı okumalar, Hindistan’da tambur,davullar ve “durak-tonik”a bağlı çok zengin müzikal aletler ve buna benzer diğerler aletler tüm gezegende  pek çok kültürlerde kullanılmaktadır.

Eskiler, çanaklar, ziller ve öten çanların, vs. nasıl sonik titreşim kalıpları yaratabilidiği ve bu titreşimlerin de beyin fonksiyonları ve bilincin durumlarını etkileyebilidiğine  dair gelişmiş ve sezgisel bilgiye sahiptiler. Tabii onlar eski-teknoloji kullanmaktaydılar. Ama bugün, bilimdeki ani  ve hızlı gelişme ile yüksek-teknoloji uyarlı ses uygulamaları  bilincin gelişim aşamasında rol oynamaktadır.

Dünyadaki pek çok sayıdaki üniversitelerin, hükümet araştırma merkezlerinin gerçekleştirdileri daha önceki araştırmalarının ulaştıkları sonuçlardan  belirli bilinç durumlarının belirli beyin dalga frekans modelleri ile bağdaştığı ortaya çıkmıştır. Bir diğer araştırma 1940’lara kadar gitmektedir ve bu beyin dalga frekans modellerini etkileme becerisi kulaklık ve hopalör yoluyla  atımlı/ayarlanmış ses frekansları kulllanılmasıdır.

Bu eskilerin binlerce yıl önce “düşük-tekno”lu aletlerle çoktan başardıklarının “yüksek- tekno” çözümüdür. Beyindeki gelişmiş bilinç seviye ve durumlarını ve beynin bu bilinç durumlarına seyahatini sağlayacak çok gelişmiş aletler ve teknolojik bilgiyi kullanma yetimiz ile bugün, biyolojik becerilerimize ve belki de kendi evrimimize ivme kazandırmaktayız.

İlk edindiğimiz tecrübelerden bir tanesi de, anne karnındaki fetusun geliştikçe sesleri duyma hissinin oluşması. Fetus, anne karnında anne karın duvarına kadar genişlemeden önce anne karnının içinde özgürce vücud ısılı amniyotik sıvısı içinde yüzmekte- etkili bir şekildeki uyaran yoksunluk odası, şamandıralı tank gibi-  bu da dokunma hissinin olmadığı anlamına gelmektedir. Fetusun ağzı ve burnu amniyotik sıvı ile dolu olduğu için de tat alma ve koklama duyuları da henüz yoktur.

Karın duvarı dokusunun çoklu katmanları, plazanta duvarları, ve fetusun gözünün kapalı olmasından dolayı  fetusta görme hissi olmayıp, sadece karanlık mevcuttur. Amniyo sıvısı ayrıca fetusun kulak kanallarına dolacak ve kulakzarına doğru akacak ve baskı yapacaktır. Ancak, ses suda seyahat ettiği için, hava yolu ile seyahatten 5 kata daha verimlidir. Duyma hissi 5 kata daha fazla güçlüdür.

Şimdi gelin bu ses ortamının neye benzeyebileceğini  hayal edelim… İlk olarak, amniyotik sıvının şırıltı sesi gelebilir, sonra atardamarların atışının sesi, daha sonra kulakzarı, ve sonra plazentanın atardamarı yoluyla annenin nabız atışı ve sonra büyük ve küçük bağırsak sesleri (çağıldayan ve guruldayan), sonra annenin solunum sesi, annenin sesleri ve göğüs boşluğunu çınlatan annenin kalp atış sesleri ve son olarak  annenin genleşmiş karın duvarı yoluyla güçlendirilmiş  tüm dış dünya sesleri- basınçlı amniyotik sıvı-fetusun kulak zarı-.” Başlagıçta Söz vardı” demek başlangıçta SES vardı demekitr aslında ve ses, bilinçaltının derin seviyelerine ulaşmak için çok kuvvetli bir araç olarak kullanılabilir.

Bilinçaltının en derin bölgesine kadar ulaşmasındaki uzaydan kaydedilmiş seslerin kullanılmasındaki en  büyük etki, belki de, psikolog Carl Jung’un ortaya attığı ilk fikirlerden kaynaklanıyor olabilir. Carl Jung’un “kollektif  bilinç dışı” adı altındaki fikri şuydu; eğer bir kişi yeterince bilinçaltının derinliklerine ulaşabilirse, neticede ulaşacağı seviye tüm insanların “ortak bilinçaltı”sı olacaktır. Kollektif bilinç dışının bir seviyesi ve bilinçaltının derin , ilkel ses tanımı ve enerji kalıp titreşimlerinin, aynı ilkel köklere sahip olmasıdır.

Bu durum, bir ses ortamında bulunan kişiye orada hem tamamen yabancı hem de aynı zamanda derinden tanıdık gelen, içsel dengenin ve zihnin derin gevşemenin bir tecrübe yaşatır. Güneş sistemimiz içerisinde kaydedilip  gezegenimize geri yollanan seslerle, elektronik ortamda gizlenerek kayıt edilen doğadaki seslerin birbiri ile ürkütücü bir benzerliğe sahiplerdir ki bunu sadece bilinç altı zihin tanımlayabilmektedir.

Örneğin; Voyager uzay mekiği ile kaydedilmiş  Jüpiter gezegenin yaydığı seslerin kayıtlarına bakıldığında, bu seslerin yunuslarla çok benzerlik gösterdiği görülmüştür. Uranüsün en küçük ayı (Miranda) nın yaydığı sesler tıpkı şarkı söyleyen bir koronun sesi gibidir ve Uranüs’ün halka kısımlarından gelen ses de Tibetlilerin çanak ve zil sesleri gibidir.

Tekrarlanmış bu şekildeki sesin açığa çıkarılışı -ki bu içsel derinine seyahat edilecek tanıdık bir yer- zihinde “öğrenilmiş tepki”yi oluşturmaktadır. Bu şekildeki tekrarlanmış tecrübe, kişiyi bilincinin derine ve daha önemli bir kısmını çalıştırma işlemine, bir çeşit “egzersiz”e başlatıyor gözükmektedir. Tıpkı bir kasın gelişmesi için yapılan kas geliştirme çalışmaları gibi. İşte bu tepki, o kadar önemlidir ki insanların uzayda kaydedilmiş sesleri bu açıdan  düzenli olarak kullanılmasının sebebi de bu muhtemelen bu yüzdendir.

1960’larda keşfedilen nöro-kimyasal tranmisterler (aktarıcılar) ve onların zihin gelişimindeki etkilerinin bulunması ile birlikte günümüze kadar uzanan yaygın kabul ediş; biyokimyasalların hafıza dahil yüksek beyin fonksiyonu gelişiminde  önemli bir temel teşkil ettiğidir.

Bu kabul edişin altında yatan bir anahtar  faktör de belirli beyin durumları ve fonksiyonları ile belirli beyin dışsal uyarı metodları arasında bir bağ olduğunun kanıtıdır. Dışsal uyarılar vasıtası ile beyin fonksiyonunun etkileşimi konusunda yapılan ilk deneylerden bazıları 1950’ler Amerika Birleşik Devletleri Donanması tarafından gerçekleştirilmiştir.

Bu deneylerdeki ilk izlenimler, deneklerin beyin fonksiyonunun beyin dalgaları içinde bir “biyolojik izleme tepkisi”nin sebep verdiği hızla tekrarlanan elektronik flaşlarla kontrol edilebiliyor olmasıdır. Bu durum, “Duyusal Uyarılmış Potansiyeller” adını almış ve bu şunu göstermektedir; bedenin içsel ritm modelleri en güçlü dışsal, doğal olarak nabız-atım modellerini takip etmektedir.  

Mark Rosenzwerg ve meslektaşlarının zenginleşmiş ve emprovize ortamlarda fareler üzerinde sürdürdükleri daha önceki deneylerde, öğrenme ile beyin kimyası arasında bağlantı olduğunu göstermişlerdir. Ayrıca Rosenzwerg ve meslektaşları,  sonuçta beynin belirli  uyarımının  beyin fonksiyonu becerilerinin artışına yol açtığını gösterebilmişlerdir.

Bu zamana kadar çok yoğun araştırma projeleri, Zihin Sağlığı Ulusal Enstitüsü; Palo Alto’daki (US) Gazi Bakım Hastanesi, Kaliforniya; MIT, Cornell Üniversitesi; Cal Tech (Takiji Kasamatsu); U.C. Irvine (Gary Lynch); Northwestern Universitesi(Aryeh Routtenberg); Johns Hopkins (Dr. Solomon Snyder, Psikiyatri ve Farmakoloji Profesörü); Dr. Margaret Patterson, MD; ve Marie Curie Kanser Vakfı, Surrey, England (Dr. Ifor Capel) bu adı belirtilen kurumlardaki ekiplerce sürdürülmektedir ve bu araştırmalar beyin elektirik aktivitesi ve nöro-kimyasal hormon fonksiyonu ile daha derin hafıza tepkileri ve yayılmış beyin fonksiyonlarına erişmek adına çalışmalar yapılmıştır.

Kuantum Fiziği’nden de baktığımızda, maddeden yol çıkıp en küçük parçacığa kadar incelendiğinde(hücre, molekül, atomlar, protonlar/elektronlar, kuarklardan meydana gelmesi…) şöyle bir hakikate ulaşırız; gerçekte isimlendirebileceğimiz daha küçük parçacıklara erişmek yerine, ortaya çıkan şey aralarındaki  titreşim model ilişkisi olan Evrensel Enerji Matriksidir. Gerçekte evrende hiç bir şey katî-somut değildir. Bilincin kendisi bir titreşim modelidir.

http://www.selfgrowth.com/articles/Thompson4.html ‘den İngilizce’den Türkçe’ye çevrilmiştir.

Genel içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Bozuk Devreler

Bozuk Devreler 2010
 

Bu makale Scientific American Dergisi Nisan 2010 sayısından çevrilmiştir. Sayfalar 28-35

Yazan: Thomas R.Insel
Çeviren: Esin Tezer

 

Nörobilim; psikolojik rahatsızlıkların altında yatan işlev bozukluğu olan bağlantıları gözler önüne seriyor ve psikiyatristleri zihinsel hastalıkların nedenlerini yeniden düşünmeye zorluyor.

ANAHTAR KAVRAMLAR:

■Depresyon gibi zihinsel bozukluklar, göstermelik beyin hasarı göstermediklerinden; onların uzun zamandır tamamiyle psikolojik süreçlerden geldikleri düşünülüyordu.

■Nöral imajlama; zihinsel işlemden geçirmeyle alakalı beyin yapılarının bir devresi ile birlikte anormal bir aktivitenin pek çok zihinsel bozukluğun asıl nedeni olduğunu gözler önüne seriyor, fiziksel fonksiyon bozukluğu zihinsel semptomların ilk kez görünür olmalarına neden oluyor.   

■Zihinsel bozuklukların biyolojisini anlama; bir devredeki işlev bozukluğunun kaynağını aydınlığa kavuşturur, teşhise objektif metodlar sağlar ve hedeflenmiş tedavilere yöneltir.

Tıbbın birçok alanında, tarihsel olarak doktorlar problemin kaynağını ele alan bir tedaviyi çözmeden önce hastanın hastalığının altında yatan neden hakkında birşey toplamaya çalışmışlardır. Bununla birlikte, geçmişte zihinsel veya davranışsal bozukluklara gelindiğinde fiziksel neden algılanabilir değildi.

Böylelikle problem, doktorlar tarafından uzun zamandır yalnızca ‘’zihinseldi’’ ve psikolojik terapiler taklit edildi.Bugün modern biyoloji, nörobilim ve genom bilimine dayanan bilimsel yaklaşımlar neredeyse bir asırlık olan tamamiyle psikolojik teorileri değiştiriyor, zihinsel hastalıkların tedavisine yeni yaklaşımlar sağlıyor.

Yakın zamanda ‘’zihinsel’’ olarak tanımlanan pek çok hastalığın şimdi biyolojik bir nedene sahip olduğu biliniyor: Örneğin Otizm nöronlar arasındaki bağlantılardaki anormalliktir, çoğu kez genetik mutasyonlara atfedilir. Şizofreni şimdi bir gelişimsel beyin rahatsızlığı olarak görülmektedir.

Buna rağmen; halk ve hatta klinik çalışmalarda uzmanlaşmış hekimler depresyon, obsesif-kompulsif rahatsızlık (OCD) veya post-travmatik stres rahatsızlığı (PTSD) gibi belirli diğer zihinsel rahatsızlıkların da beynin fizyolojik rahatsızlıkları olabileceğini kabul etmekte güçlük çekiyorlar. Böyle zihinsel rahatsızlıkları anlamanın bu kadar zamandır tıbbın diğer alanlarının gerisinde kalmasının ana nedeni; Parkinson hastalığı veya zararın görülebilir olduğu bir felç sonucunda olan klasik nörolojik hastalıklar benzerinden farklı olarak zihinsel rahatsızlıkların beyinde göze çarpan lezyonlar tarafından işaretlenmemesidir, fiziksel neden hâlâ belirgin değildir.

Bununla birlikte; kullanılan beyinde haritalandırma fonksiyonu için olan en yeni imajlama teknolojileri, hiçbir gözlemlenebilir hücre kaybı olmasa bile problemlerin içindeki aktivite seviyeleriyle veya beyin bölgelerinin arasındaki iletişimle tespite olanak sağlıyorlar. Nöroimajlama beynin kara kutusunu açtı.

Böylelikle, zihinsel rahatsızlıklar ilk kez beynin uzak bölgeleri arasındaki bağlantılardaki anormallikler veya bazı durumlarda aktivitesi normal senkronize olan beyin bölgelerinin koordinasyon problemleri olarak çalışılabilirler. Normal zihinsel operasyonları gerçekleştiren, birlikte fonksiyon gösteren beyin bölgeleri, elektriksel devreler benzeri gibi düşünülebilirler.

Ve en son araştırma, bozuk olan tüm devrelerin de temelinde pek çok zihinsel rahatsızlıkların yatabileceğini göstermiştir. Her bir rahatsızlığın ‘’devre diyagramı’’ veya haritasının detayları hâlâ gün ışığına çıkmaktadır. Fakat bu yeni görüş psikiyatrideki sismik değişimleri şimdiden göstermekte, zihinsel hastalıkların deneysel teşhisine daha fazla yol açmakta ve tedavinin daha etkili biçimlerini gösteren, onların altında yatan nedenleri anlamayı sağlamaktadır.                                 

Yüksek aktivite haline mi takılıp kaldınız?

Depresyon, zihinsel rahatsızlığın biyolojisini anlamada yapılan hızlı gelişimin belki de en iyi örneğini göstermektedir. Önemli bir depresif rahatsızlık, depresyon resmi tanısal tabiri; Amerikalıların yüzde 16’sını potansiyel olarak iş kaybına, madde bağımlılığı ve intihara yönlendirerek etkilemektedir.

O, gelişmiş bir dünyada 15 ila 44 yaş arası insanlar arasında medikal yetersizliğin en önde gelen neden olduğu en yaygın hastalıklardan da bir tanesidir. Semptomlar yalnızca derin çaresizlik hissiyle olan zayıflık ve umutsuzluğu bünyesinde bulundurmakla kalmayıp; iştah kaybı, uyku rahatsızlıkları, kabızlık ve bazen endişeyle karışık bitkinlik gibi bir dizi fiziksel semptomları da bulundurmaktadır.

Depresyon; bağışıklık sistemini ve multi-hormonal sistemleri ve bir kişinin kardiyovasküler rahatsızlığı riskini altüst etmekle bilinir. Ancak vücut üzerindeki yaygın etkilerine rağmen depresyon; temelde bir beyin rahatsızlığıdır. Ve beynin içinde Prefrontal Korteks’teki (PFC) ‘’bölge 25’’ olarak adlandırılan küçücük bir bölge, depresyonun altında yatan devre için en önemli yer olarak hatırı sayılır ölçüde bir öneme işaret etmektedir. İşaretlenen ‘’bölge 25’’, insan beyninin klasik 1909 atlasında korteksin çeşitli bölgelerini rakamlara ayıran Alman bir nörolog Korbinian Brodmann’dan gelmektedir.

Geçen 100 yılda bu beynin önünde derin orta hatta duran ulaşılması zor bölge, az bir dikkat çekmiştir. Fakat son on yıldan fazladır onun depresyondaki kritik rolünün keşfi, bölge 25’i klinik nörobilimadamları arasında yüksek faizli bir gayrimenkule çevirmiştir!

Örneğin Helen Mayberg ve Emory Üniversitesi’nden çalışma arkadaşları, bölgenin depresyonda aşırı derecede aktif olduğunu ve neredeyse tüm tedavi şekillerinden sonra, tedaviden psikoterapiye semptom ilerlemesinin aynı bölgede azalmış aktiviteye eşlik ettiğini göstermiştir. Diğer ipuçları da bölge 25’in depresyonda çok önemli bir role sahip olduğuna işaret etmektedir.

Bölge, nörotransmitter serotonin’in miktarını nöronlara elverişli kılan serotonin taşıyıcılarıyla son derece zengindir. Pek çok antidepresan tedavilerinin bu taşıyıcılar üzerinde nöral sinyallemeyi serotonin aracılığıyla arttırarak hareket ettiğine inanılmaktadır.

Zihinsel Sağlık Ulusal Enstitüsü’ndeyken Lukas Pezawas, Andreas Meyer-Lindenberg ve çalışma arkadaşları bunalımda olmayan 100’den fazla hastanın beyin taramalarının üzerinde serotonin taşıyıcı geninin ‘’kısa’’ ve ‘’uzun’’ varyasyonlarıyla karşılaştırma yapmak için çalıştılar ve deneklerin beyinlerinde yalnızca tek bir tane, fakat tutarlı bir farklılık buldular.

Taşıyıcı proteinin daha az üretilmesine neden olan ve daha yüksek depresyon riski görüldüğüne inanılan bu genin kısa varyasyonuyla olan katılımcılar, bölge 25’de beyin doku miktarını azalttılar. Daha da fazlası, kısa-varyantlı deneklerde bölge 25’in aktivitesi Amigdala gibi korteks-altı bölgelerdekinden itibaren fonksiyonel olarak bağlı değildi.

Bu çalışma ve diğerlerinin sonucunda nörobilimadamları, şimdi depresyonu; iştah, uyku, ve enerjideki değişiklikleri etkileyen Hipotalamus ve Beyin Sapı, endişe ve ruh halini etkileyen Amigdala ve İnsula, hafızayı işlemden geçirme ve dikkat için kritik olan Hipokampus, ve içgörü ve kendine güvene aracılık eden Frontal Korteks’in kısımları da dahil, bölge 25’deki geniş ağı aksatan, anormal aktiviteye yolaçan bir devre bozukluğu olarak düşünüyorlar.

Sonuç olarak beyin; durmaksızın duyusal girdileri birleştiren ve yanıtları koordine eden, bilgiyi işlemden geçiren bir organdır. Devre analojisini genişletmek için bölge 25’in; korku, hafıza ve kendine güven için diğer beyin merkezlerinin aktivite seviyelerini algılayan ve ayarlayan geniş bir ağın yöneticisi olarak hizmet ettiğine inanılmaktadır. İşlevi bozuk bir bölge 25, böylelikle diğer merkezlerin aktivitesini koordine etmeyi aksatabilir.

Bu sebeple bilgiyi işlemden geçirme, iç ve dış dünyanın bozuk olarak değerlendirilmesine yönlendirerek etki altında kalınmış olmaktadır. Eğer bu kavrayış doğruysa; bölge 25’in ateşlenmesinin yeniden ayarlanması, bu aşağı yöndeki her bir merkezi yatıştırmalıdır, dolayısıyla depresyonun semptomları azalır. Gerçeği söylemek gerekirse Mayberg, o direkt elektrik uyarımının bölge 25’in yakınında bu düğümün aktivitesini azalttığını ve standard terapilere yanıt vermeyen insanlarda iyileşmeye yöneltebileceğini göstermiştir.

Eğer bölge 25, bir bilgisayar gibi beynin anormal aktivitenin döngüsünde takılı kalmasına yolaçabilirse; o zaman tedavinin amacı, donmuş hale gelen bir bilgisayarın ‘’yeniden başlatılmasına’’ benzeyebilir. Aynı prensip diğer zihinsel bozukluklara da uygulanabilir, bilhassa dikkatsiz bir gözlemleyiciye bile hastanın anormal düşünceler ve davranışlar çemberinde mahsur kalıyormuşcasına gözüktüğü obsesif-kompulsif bozuklukta (OCD’de). 

Bitmek bilmeyen tekrar

Daha önceki zamanda obsesif-kompulsif bozukluk, ruhsal çatışmanın yolaçtığı prototipik nevroz olarak addedilmişti ve psikoanaliz tedavisi için idealdi. OCD’li insanlar zorla giren tekrar eden düşüncelerden (obsesyonlardan) acı çekerler ve basmakalıp (stereotip) tekrar eden alışkanlıkları (dürtüleri) yapma ihtiyacı ile güçsüz kalabilirler.

Bazı insanlar kendilerinin mikroplu olduğunu düşünebilirler ve devamlı bir şekilde aşındırma sadedinde yıkayacaklardır. Diğerleri, bazı sorumlulukları gerçekleştirmek için ‘başarısız olmuşluk’ duygusuna sahiptirler ve evden ayrılmadan önce sobayı veya musluğu veya kapı tokmaklarını defalarca kontrol etme ihtiyacı duyacaklardır.

Bu durumda olan insanlar genellikle düşüncelerinin mantıksız olduğunun farkına varırlarken, ne takıntıları ne de dürtüleri kontrol edemezler ve ciddi durumlarda tamamen elverişsiz hale gelebilirler. OCD’li hastalar semptomlarını, onlar sanki gönüllü kontrolün altında olan fiziksel hareketler değilmiş gibi çoğu kez ‘’zihinsel tikler’’ olarak tasvir ederler.

Aslında OCD’li pek çok insan, saplantı haline gelmiş düşünceler olduğu gibi gerçek tiklere de sahiptir. Pek çok nörobilimadamı, hareketin çeşitli halini başlatan ve koordine eden merkezler olan Bazal Gangliya gibi beyin alanlarını Korteks’e bağlayan beyindeki düğümler dizisinin hareket düzenine yolaçtığına inanıyor.

Motor tiklerde görülen gönüllü olmayan hareketler veya daha dramatik bir biçimde Huntington hastalığındaki hareketler, çoğu kez Bazal Gangliya’dan kaynaklanan bu devredeki anormal aktiviteyi yansıtır. OCD’li hastaların nöroimajlama çalışmaları; karar verme gibi karmaşık görevlerle ilişkili olan Orbitofrontal Korteks, Bazal Gangliya’nın içindeki Ventral Caudate Nükleus ve duyusal bilgiyi yayan ve birleştiren Talamus’u kapsayan bitişik bir düğümde anormal aktivite keşfetti.

OCD’de bu devredeki aşırı çalışmanın ispatı sadece nöroimajlama araştırmasından değil; daha fazlasından gelmektedir. OCD’li pek çok kişi tedaviyle, davranış terapisi veyahut ilaç tedavisiyle semptomlarda derin bir azalma bildirmişlerdir ve bu semptom iyileşmesi Orbitofrontal Kortikal aktivitedeki bir azalmayla durmaksızın devam eder.İlaç tedavisi veya davranış terapisine yanıt vermeyen hastalarda aslında Orbitofrontal Korteks’in Caudate’den bağlantısını kesme, ya aksonları ya da onları bağlayanı veyahut dokular arasındaki elektriksel aktiviteyi tutarak kesme de şiddetli OCD’nin semptomlarını azaltır.

Bir beyin devresi içindeki bağlantıları fiziksel olarak değiştirmeden meydana gelen böyle bir belirgin etki; zihinsel bozuklukların semptomlarının belirli bir devrenin fonksiyon bozukluğundan kaynaklanabileceği prensibi için kuvvetli ispatı sunmaktadır.

OCD’deki orijinal devrenin işlev bozukluğunun ve diğer zihinsel bozuklukların altında yatan neden ayrı bir sorudur ve karmaşık cevaplara sahip olabilir. Bazı durumlarda, önceden varolan bir savunmasızlık bulunabilir. Yüksek kolesterol veya yüksek kan şekeri yatkınlığının ailelerde olması gibi, bireysel genetik varyasyonlar da beynin gelişimi ve işleyişini etkileyebilirler.

Diğer karmaşık sağlık bozukluklarında olduğu gibi genetik bir savunmasızlık; her nasılsa tek başına hastalığı oluşturmaz, çevre ve deneyimler çoğunlukla genetik varyasyonlarla etkileşir ve bazı insanlarda hastalığa yolaçabilir, fakat hepsinde değil. Beynin kişisel biyolojisinin bozuk devrelere neden olması veya kötüleşmesinin deneyimlerle etkileşebileceğinin bu kabulü, bilhassa travmanın akıbetini anlamada yardımcıdır.

Korkuyu öğrenmeme

Post-travmatik stres bozukluğu, savaştan dönen gazilerin en bilinen dertlerinden bir tanesidir. Daha önce Savaş Nevrozu veya Savaş Bitkinliği olarak adlandırılan; şimdi belirli travmatik olaya geriye dönüşler, kabuslar, yüksek uyanıklık hali ve uyku bozukluğu gibi rahatsız edici olan, zorla araya giren düşünceleri içine alan endişe bozukluğu olarak sınıflandırılmıştır.

Bozukluk, tecavüz veya terörizm ve hatta otomobil kazalarındaki gibi sivil şiddet kurbanları olan gazi olmayanlarda da artan bir şekilde farkedilmiştir.İlk bakışta PTSD, anormal beyin devresinin neden olduğu bir bozukluk olma ihtimali bulunmayan olarak gözükebilir. Adı bile belirli bir travma gibi dışarıdan gelen bir olayın nedenini açıklamaktadır.

Bozulmuş uyku ve artan uyanıklık gibi semptomlar travmatik bir deneyimden hemen sonra beklenmektedir ve pek çok kişi için zamanla doğal olarak unutulur giderler.Oysa PTSD, travma kurbanlarının yüzde 20’sinde haftalar ve aylar sonra ilerler. Esas itibariyle; yoğun korku reaksiyonlarını, hatıraları veya orijinal travmanın diğer hatırlatıcı işaretini, Akut Stres tepkilerini deneyimlemeye devam ederler.

Psikoterapide, korkuyu azaltma süreci yoketme olarak adlandırılır. Bu; belirli biçimde, belirli bir travma-bağlantılı hatıra veya işarete tekrarlanmış açığa çıkarma aracılığıyla, aksi sonuçlar olmadan bir hastanın o işareti otomatik olarak son derece şiddetli bir korku tepkisinden ayırabilmesi ve ona yeni bir nötr tepkiyi öğrenebilmesi manasına gelmektedir. Böylelikle PTSD, yoketme bozukluğu olarak düşünülebilir.

Ve iyileşme, ister doğal ister terapi aracılığıyla olsun; yeni öğrenme gerektirir. Yakın zamandaki hayvanlar ve insanlar üzerindeki çalışmaların kanıtı, fonksiyon dışı bir devrenin yoketmeyi daha zor başarabileceğine, kişiyi PTSD’nin ilerlemesine karşı savunmasız bırakabileceğini ileri sürmektedir.

Korku için beyindeki anahtar merkezler, Amigdala ve Stria Terminalis Nükleus olarak adlandırılan hücrelerin bitişik topluluğudur.Bu bölgeler, korkunun aslında tüm semptomlarını harekete geçirir: Kalbin hızlı atması, artan terleme, donma ve abartılan ürkme tepkileri. Amigdala; sinir hücreleri, otonom fonksiyonlar ve önbeyindeki motivasyon, karar verme ve belirli uyarıcının göze çarpmasını etkileyen beyin sapındaki uzun, ince aksonları yansıtmaktadır. Fakat eğer Amigdala korkunun motoruysa; beyindeki birşey, şartlar değiştiğinde onu kapamak için sorumlu olmalıdır ve korku artık önemli veya üzerinde durulan değildir.

Porto Riko Üniversitesi’nden Greg Quirk  ve çalışma arkadaşları tarafından yapılan çalışmalar, kemirgenlerin Prefrontal Korteks’inin içerisindeki Altlimbik bölge olarak bilinen küçük bir alanın korkuyu yoketme merkezi olduğunu göstermiştir. Hayvanlara belirli bir uyarıcıdan korkmayı öğrettikten sonra ve daha sonra yoketme eğitimini kullanarak (hayvanlar böylelikle korkuyu yenebilirdi), Quirk’in grubu Altlimbik alandaki aktivitenin yoketme esnasında Amigdala üzerinde frenleme görevini yaparak arttığını keşfetti.

Altlimbik’teki hücrelerdeki deneysel mikro-uyarım, korkunun üstesinden gelmede eğitilmemiş hayvanlarda bile yoketmeye yolaçar görünmektedir. Daha da fazlası; bu küçücük Prefrontal bölgedeki nöral fonksiyonun bloke edilmesi, eğitilmiş hayvanlardaki yoketmeyi bu beyin bölgesinin korkuyla başa çıkmak için aktivite olduğunu ileri sürerek azaltır. PTSD hastalarındaki nöroimajlama çalışmaları sıçanın Altlimbik bölgesiyle karşılaştırılabilir Ventromediyal Prefrontal Korteks’teki (vmPFC) anormal aktiviteye işaret etmektedir.

Beş farklı çalışma, travma-bağlantılı işaretlere maruz kaldığında PTSD’li olan insanların vmPFC’de azalmış aktivite gösterdiklerini göstermiştir. Onlar PTSD’li olmayan travmaya maruz kalmış kontrol denekleriyle bağıntılı olarak daha küçük vmPFC’ye de sahiptirler. Gerçekten de, sağlıklı gönüllüler çalışmasında Massachusetts General Hastanesi’nden Mohammed Milad ve onun çalışma arkadaşları yakın bir zamanda bu bölgenin kalınlığının korku hatıralarını bastırmak için olan kapasiteyle direkt olarak teşhis-bağıntılı olduğunu bilmişlerdir.

Elizabeth Phelps ve onun New York Üniversitesi’ndeki çalışma arkadaşları, kemirgenlerde olduğu gibi insanlarda da bu yoketme öğrenisinin vmPFC aktivitesinde bir artış olduğunu ve Amigdala aktivitesinde bir azalma olduğunu göstermişlerdir. Nöroimajlama, bir hastanın zor durumlara olan tepkisinin değiştirilmesinin üzerinde duran konuşma terapisi biçimi olan kavramsal-davranışsal terapi aracılığıyla ilerlemeler için biyolojik temeli tanımlamaya başlamıştır.

İmajlama; Hipokampus’un durum bağlama için ve Dorsolateral Prefrontal Korteks’in hoşgörmek ve korkunun üstesinden gelmeyi öğrenme için önemini göstermektedir. Çünkü Dorsolateral Prefrontal Korteks, Amigdala’ya direkt olarak bağlanmamaktadır, oysa vmPFC, onların arasında kavramsal tedavi için yeni öğrenme ve iyileşmeyi yapmaya izin veren kritik bir bağlantı olarak düşünülmektedir.

Temel değişiklikler

Depresyonlu insanların tedavisindeki çalışmalardan tanımladığım örnekler, OCD ve PTSD, tümü, beynin birbiriyle bağlantılı bölgelerinin aktivitesi ve anormal davranış ve bu bozuklukları tanımlayan duygular arasında bir korelasyon olduğunu iddia etmektedir. Her bir durumu, sürpriz olmayan bir şekilde Prefrontal Korteks kapsamaktadır.

PFC; laboratuar hayvanları üzerinde çalışmak için zor olan, fakat bizi insan yapan şeyin merkezi olduğunun izlenimini uyandıran, diğer memelilerde daha az gelişmiş bir beyin bölgesidir. Bilimadamlarının en iyi tahmini, PFC’nin beyin için bir uçtan bir uca bir yönetici olarak davranmasıdır ve o, en karmaşık hedeflerimizin ve motivasyonlarımızın işlemden geçirildiği, böylelikle kararları verdiğimiz ve gelecek için plan yaptığımız yerdir. Gerçi, tanımlanan her bir bozuklukta farklı PFC yapısı ve farklı bağlantılı bölgeler ilişkili gözükmektedir.

Bu örneklerin ötesinde, Şizofreni’deki Dorsolateral Prefrontal Korteks’te anormal aktivitede çıkış görülmüştür ve 7 ila 12 yaş arası tüm PFClerde Gecikmiş Olgunlaşmada Dikkat-Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu görülmüştür. Bu korelasyonlar ilgi uyandırıcı olsa da; daha ileriki araştırma, beynin aktivitesinin hangi hallerinin bu ve diğer zihinsel bozuklukların temelini oluşturduğunu açık olarak belirlemek için gerekmektedir.

Verilen bozukluk için bir risk oluşturabilen genler hakkındaki veri de, ilişkili olan fizyolojik mekanizmaları çözmeye yardım edecektir. Zihinsel hastalığın altında yatan beyin devre bozukluklarını belirleme becerisi, teşhis ve tedavi için geniş içeriğe sahip olabilir. Halihazırda zihinsel hastalıklar pek çok durumda çakışabilen semptonlarıyla sınıflandırılmışlardır ve herhangi belirli biyolojik kanıtla bağlantılı değildirler.

Beyin fonksiyonuna dayanan bozuklukları yeniden sınıflandırma, biyomarker’lara dayalı teşhis bağlantılı bir sistemi, beyin aktivite modellerini veya kimyasal veya duruma yapısal değişiklikleri açığa vurabilir. Kolesterol kan testleri veya prostat-belirli antijen düzeyleri ve elektrofizyoloji ve imajlama taramaları gibi fizyolojik ölçümler tıbbın tamamında kullanılmaktadır, zihinsel bozukluklar daha büyük hassasiyetle teşhis edilebilir ve ayırıcı biyolojik işaretleyiciler tarafından mümkün olduğunca önce belirlenir.

Şu anda Şizofreni’yi teşhis etmenin belirleyici kriteri; daha önce kalp krizinden acı çeken bir kişi tarafından kalp rahatsızlığının belirlenmesi gibi, psikozun bir kısmıdır. Beyin bozuklukları için davranışsal ve duyusal semptomlar, devredeki bir fonksiyon bozukluğunun son zamanlardaki gözükmeleri olabilir ve semptomlar, telafi edici mekanizmalar artık daha fazla kâfi gelmediklerinden hemen gözükebilirlerler.

Parkinson’da, gözlemlenebilir semptomlar sadece Substantia Nigra’daki dopamin üreten hücrelerin yüzde 80’i bozulduktan ortaya çıkar.Huntington’da, motor problemler Bazal Ganglia’daki nöronların yüzde 50’si yoklolduktan sonra belirgin hale gelir. Müdahaleler bozukluğun doğasına dayanacaktır.

Devre fonksiyonu çalışmaları yalnızca Duyusal-davranışsal terapi gibi belirli tedavilerin işe yaradığını değil; beyin aktivitesini değiştirerek işe yarayabileceklerini ve bu kavrayışlar varolan terapi tekniklerini geliştirmek için kullanılabilir. Şimdiki pek çok antidepresan ve antipsikoz tedaviler de etkilidir, fakat 40 yıl önce mevcut olan ilaçlardan daha fazla değil.

Depresyonun altında yatan beynin psikolojik işlev bozukluklarının daha iyi bir anlayışı, büyük ihtimalle daha hedeflenmiş ve tedavi edici tedavilere yöneltecektir. Belki de beyin devre bozuklukları olarak zihinsel bozuklukları ele almanın en yakın sonucu bu hastalıkların genel algılanmasını değiştirecektir. Farklı jenerasyonlarda, zihinsel hastalığı olan insanlar çılgın, tehlikeli, zayıf iradeli olarak damgalanmıştır veya kötü anne-baba tarafından kurban edilmişlerdir.

Bilim bunun hiçbirini desteklememektedir. Zihinsel bozukluklara bir bilimsel yaklaşım, bu hastalıklarla boğuşanlar için tam onayı ve hakettikleri yüksek kalitede bakımı almalarına izin verebilir. Bilimsel bakış açısından, psikiyatride meydana gelmeye başlayan şey için tıpta bir benzer olanını bulmak güçtür.

Bu alanın zihinsel temeli, sübjektif ‘’zihinsel’’ fenomene dayanan bir disiplinden bir diğeri olan nörobilime yön değiştirmektedir. Gerçekten de; bugünün gelişen bilime-dayanan anlayışı ve tedavisi, korunma çaresini galiba kökten değiştirecek ve dünya çapında milyonlarca insana gerçek ve kalıcı bir çare getirecektir.

Genel içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Dansın Nörobilimi

Dansın Nörobilimi
Esin Tezer

Yazanlar: Steven Brown ve Lawrence M.Parsons (Scientific American Dergisi, Temmuz 2008 Sayısı, Sayfalar 78-83)

Çeviren: Esin Tezer

Ritim için olan kapasitemiz öylesine doğaldır ki; pek çoğumuz onu sorgusuz sualsiz kabul ederiz. Müziği duyduğumuzda çoğu kez hareket ettiğimizin bile farkında olmadan ritime göre ayaklarımızı hafifçe tıklatırız veya sallanırız ve salınırız.

Oysaki bu içgüdü; tüm niyetler ve amaçlar için insanlar arasındaki evrimsel bir orijinalliktir.Ne diğer memelilerde ne de belki de hayvanlar krallığında hiçbir yerde bununla mukayese edilebilir hiçbirşey meydana gelmemektedir. Bilinçli olmayan katılım için olan kabiliyetimiz hareketin, ritmin ve el hareketleriyle yapılan bir sunum olan dansın merkezinde yatmaktadır

. En senkronize grup pratiği olan dans, açık bir arayla diğer sosyal durumlarda neredeyse varolmayan kişilerarası koordinasyonun uzay ve zamandaki bir türünü gerektirmektedir. Dans, insan ifadesinin temel bir çeşidi olsa da; nörobilimadamları diğerlerine nazaran ona daha az itibar göstermişlerdir. Oysa, yakın bir zamanda araştırmacılar hem amatör hem de profesyonel dansçıların ilk beyin-imajlamala çalışmalarını yürüttüler. Bu araştırmalar ‘Dansçılar, uzay olmasına rağmen nasıl hareket ederler?’, ‘Adımlarını nasıl adımlıyorlar?’, ‘İnsanlar örnek olarak yapılmış kompleks serileri nasıl öğreniyorlar?’ gibi soruları ele almaktadır. Sonuçlar en basit dans adımlarını bile sergilemek için gerekli olan karmaşık zihinsel koordinasyonun içerisine merak uyandırıcı göz atmayı önermektedir.       

 
ANAHTAR KAVRAMLAR:

* Dans, büyük ihtimalle müzikle beraber ritim üretme yollu olarak gelişen insan ifadesinin temel biçimidir.

* O, belli bir alanda uzmanlaşmış zihinsel yetenekleri gerektirmektedir. Bir beyin alanı, uzay aracılığıyla hareketlerimize direktif vermeye yardım ederek vücudun oryantasyonunun (uyumunun) sunumunda bulunmakta; bir diğeri de hareketlerimizi müziğe adımlamamıza imkan tanıyarak, bir çeşit senkronize edici olarak hizmet etmektedir.

* Bilinçli olmayan katılım, (ayaklarımızı farkında olmayarak tempo için hafifçe dokundurmamıza neden olan süreç) dans için olan içgüdümüzü yansıtır. Belirli Korteks Altı (Subkortikal) beyin bölgeleri, yüksek işitmeyle ilgili alanlar onlara uğramadan geçtiklerinde birbirleriyle sohbet ederler.  – EDİTÖRLER

 

Ritmi Aldım

Nörobilimadamları uzun zamandır ayak bileği rotasyonları veya parmak tıklatma gibi olan hareketler üzerinde çalıştılar. Bu çalışmadan beynin basit hareketlere nasıl planlandığının temel bilgilerini biliyoruz. Aynı anda başınızın hafifçe okşanmasına aldırmadan tek ayak üzerinde sıçramak; mekansal farkındalık, denge, plan ve zamanlamaya bağlı olarak diğer şeylerden öte, beyinin Duyu-Motor (Sensorimotor) sisteminde hesaplamalar gerektirmektedir. Hikâyenin basitleştirilmiş versiyonunda, Arka Paryetal Korteks (Beyinin arkasına doğru olan) olarak adlandırılan bir bölge, Premotor Korteks’te ve Süplemanter (Tamamlayıcı) Motor Alanı’nda hareket-planlama alanlarına gelişmiş sinyalleri gönderek, görsel bilgiyi motor emirlerine çevirmektedir. Bu komutlar daha sonra Spinal Kord’a (Omurilik) seyahat eden ve kasların kasılmaları için üzerlerine nöral impalsları üreten Birincil Motor Korteks’e (Primary Motor Cortex) yansıtılır. Aynı anda da, kaslardaki duyulara ait organlar vücudun uzaydaki doğru oryantasyonunu Spinal Kord (Omurilik) aracılığıyla geçen sinirler üzerinden Serebral Korteks’e vererek beyine geri bildirim sağlarlar. Beynin arkasındaki Serebellum (Beyincik) içerisindeki Subkortikal (Korteks Altı) devreler ve beyinin içindeki Esas Sinir Düğümü duyusal geribildirime dayanan motor emirlerini güncelleştirme ve eylemsel hareketlerimizi düzeltmeye de yardımcı olur. Belirsiz olarak kalan şey; aynı nöral mekanizmaların bu zarif manevralara, diyelim ki parmak ucunda dönme gibi olanlara, imkan tanıyıp tanımadığının ölçülmesiydi.      

Bu soruyu keşfetmek için, San Antonio’daki Teksas Üniversitesi Sağlık Bilimi Merkezi’nden çalışma arkadaşımız Michael J.Martinez ile birlikte amatör tango dansçılarını kullanarak dans hareketinin ilk nöro-imajlama çalışmasını yürüttük. Beyin aktivitesinde Serebral Kan Akışı’nı takip eden değişiklikleri kaydeden Pozitron-Emisyon Tomografi kullanarak, beş erkek ve beş kadının beyinlerini taradık. Araştırmacılar belirli bölgedeki artan kan akışının oradaki nöronlar arasında olan daha büyük bir aktivitenin işareti olarak yorumluyorlar. Deneklerimiz tarayıcının içerisinde başları sabitleşmiş olarak düz bir halde  yattılar, fakat bacaklarını oynatabiliyorlardı ve eğimli bir yüzey boyunca ayaklarını kaydırabildiler. Onlardan ilk olarak Arjantin tangosu temel salida adımı’ndan türetilen kutu adımını kulaklıklar aracılığıyla duydukları enstrümental tango şarkılarının ritimlerine adımlayarak sergilemelerini istedik. Daha sonra da, gerçekten bacaklarını oynatmadan bacak kaslarını gererlerken dansçılarımızı taradık. Onlar ‘’dansederlerken’’ kaydedilen bu sade esnekleştirme tarafından sağlanmış beyin aktivitesini çıkararak; uzay ve belirli hareket modellerini üretme aracılığıyla bacaklara direktif vermede önemli beyin alanlarını yerleştirebildik. Tahmin edildiği gibi bu karşılaştırma; beyinin temel motor alanlarının pek çoğunu bertaraf etmiştir. Hem insanlarda, hem de diğer memelilerde mekansal algılama ve uyuma katkıda bulunan Paryetal Lob’un bir kısmı yine de aynen kalmıştır.

Dansta mekansal idrak öncelikle kinestetiktir: Gözleriniz kapalı bile olsa, duyumsal organların kaslarına şükürler olsun, gövde ve bacaklarınızın pozisyon almasını algılayabilirsiniz. Bu organlar her bir eklemin rotasyonunu endeksler ve o bilgiyi tepki olarak eklemlenmiş vücut sunumunu oluşturan beyine aktarır. Belirli bir biçimde; bacaklara bağlı olan kinestetik gösterimin olduğu yere çok yakın olan bir Paryetal Lob olan Prekuneus’da bir hareketlilik gördük. İnsanlar kendilerini çevreleyende gidip gelirlerken, uzaydaki vücut pozisyon alımının farkındalığına izin veren kinestetik haritayı Prekuneus’un kapsadığını düşünüyoruz. İster valtz yapın, ister düz çizgiyi yürüyün, Prekuneus yolunuzu çizmenize yardımcı olur ve onu da vücut-merkezli veya ‘’benmerkezci’’ bakış açısından böyle yapar. Daha sonra müziğin yokluğunda deneklerimizin sergiledikleri tango adımlarıyla dans taramalarımızı karşılaştırdık. İki görevin ortaklaşa aktive oldukları beyin bölgelerini saf dışı bırakarak, müziğe hareket senkronizasyonu için kritik olan alanları gözler önüne sermeye çalıştık. Bu eksilme yine beynin neredeyse bütün motor alanlarını ortadan kaldırdı. Büyük farklılık, Spinal Kord’dan (Omurilik) girdi alanı Serebellum’un (Beyincik) bir kısmında meydana geldi. İki durum da bu alanı, yani Anteriyor Vermis’i bağladıysa da;  müziğe senkronize olmuş dans adımları kendi kendine adımlanandan son derece daha fazla kan akışı oluşturdu. Sonucumuz her ne kadar hazırlık niteliğinde olsa da; Serebellum’un (Omurilik) bu kısmının hareketleri düzenlemeye yardımcı olmak için belirli beyin bölgeleri boyunca bir çeşit bilgiyi monitörleme kılavuzu olarak hizmet ettiğinin hipotezinin inanılmasına katkıda bulunmaktadır [Scientific American, Ağustos 2003 sayısı James M.Bower ve Lawrence M.Parsons tarafından yazılan ‘’Daha Az Önemli Beyni Yeniden Düşünmek’’ makalesine bakın]. Serebellum, bir bütün olarak iyi bir nöral metronom için olan kriterlere uygundur: O, geniş dizilimdeki duyumsal girdileri; işitme, görsel ve Somato-Duyumsal Kortikal Sistemlerden (seslerden görüntülere ve dokunuşlara, hareketleri sürüklemek için gerekli olan kabiliyet) alır ve bütün beden için Sensorimotor’u içerir. İkinci analizimiz de beklenmedik bir şekilde insanların ayaklarını müzikal ritme bilinçsiz şekilde hafifçe vurmalarının doğal eğilimine ışık tutmuştur. Kendi-kendine adımlananlarla senkronize taramalarını karşılaştırmada; duyumsal yolun alçak olan kısmının, yani Medial Genikulat Nükleus (MGN) olarak adlandırılan korteks altı yapının yalnızca evvelki sette yanıp söndüğünü keşfettik.    

İlk başta bu sonucun Duyumsal Stimulus’un varlığını (müzik olarak adlandırılanın varlığını) senkronize durumda çok az yansıttığını farzettik, fakat diğer kontrol taramaları seti bu açıklamayı ortadan kaldırdı: Deneklerimiz müzik dinlediler fakat bacaklarını oynatmadılar, MGN’de hiçbir kan akışı belirlenmedi. Böylelikle, MGN aktivitesinin belirli olarak senkronizasyona bağlı olduğunun ve sadece dinlemeye bağlı olmadığının sonucuna vardık.Bu bulgu bizi, bilinçli olmayan katılım olan ‘’Düşük Yol’’ Hipotezi’nin nöral duyumsal mesajın Serebellum’daki (Omurilik) duyumsal ve zamanlama devrelerinin Serebral Korteks’teki yüksek-seviye işitmeyle ilgili alanlara uğramadan geçerek direkt olarak planladığında oluştuklarını varsaymaya yönlendirmiştir.
  

Öyleyse, Dans Edebileceğinizi Düşünüyor musunuz?

Dans hareketlerini izlediğimizde ve öğrendiğimizde beyinin diğer kısımları birbirlerine bağlanırlar. Londra Kolej Üniversitesi’nden Beatriz Calvo-Merino ve Patrick Haggard ve çalışma arkadaşları, belirli beyin alanlarının tercihsel olarak aktif hale gelip gelmediklerini insanlar uzman oldukları dansları gözlemlerken araştırdılar.

‘Bale dansçıları baleyi seyrederlerken devresi açılan beyin alanları var mı, fakat diyelim ki, neden capoeira’da (müzikle sergilenen, dans olarak stilize edilmiş Afrika-Brezilya savaş sanatı) bu yoktur?’ Takım bunu bulmak için; balet dansçılarının, capoeira dansçılarının ve dansçı olmayanların Fonksiyonel Manyetik İmajlama Taramaları’nı onlar üç saniyelik ya bale ya da capoeira hareketlerinin sessiz video kliplerini gözlemlerlerken aldı. Araştırmacılar ihtisaslığın Premotor Korteks üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğunu keşfettiler. Oradaki aktivitenin artışı yalnızca denekler dansları kendileri gözlemledikleri zaman gerçekleşebildi.

Bir diğer çalışma benzer bir açıklamayı önermektedir. Araştırmacılar insanlar basit hareketleri seyrettikleri zaman o hareketlerin sergilenirken Premotor Korteks’in devreleri açmakla bağlantılı olduğunu ileri sürerek; yeni hareketleri öğrenmemize ve anlamamıza yardımcı olabilen bir alıştırmayı yani ne görüyorsak zihinsel olarak onun provasını yaptığımızı keşfettiler. Araştırmacılar insanların böyle imitasyon devrelerine ne kadar geniş ölçüde bel bağladıklarını dikkatle gözden geçiriyorlar.

Sonraki çalışmada, Calvo-Merino ve çalışma arkadaşları erkek ya da kadın dansçıların cinsiyet-özellikli adımları sergiledikleri video kliplerini izlerlerken erkek ve kadın bale dansçılarının beyinlerini mukayese ettiler. Yine, Premotor Korteks’teki en yüksek aktivite düzeyleri, erkeklerin yalnızca erkek hareketlerinin görüntülerine ve kadınların da yalnızca kadın hareketlerinin görüntülerine uyum sağladı. Zihninizdeki bir hareketi tekrarlama kabiliyeti gerçekten de motor becerileri için önemlidir.

2006’da Dartmouth Kolej’den Emily S.Cross, Scott T.Grafton ve çalışma arkadaşları, beyindeki imitasyon devrelerinin öğrenme meydana geldikçe artıp artmadığını değerlendirdiler.Birkaç haftalık kurstan sonra dansçılar karmaşık bir modern dans bölümünü öğrenirlerken takım, dansçıların haftalık Fonksiyonel MRI Taramaları’nı aldı. Taramalar süresince, denekler ya uzmanlaştıkları hareketleri ya da diğer bağlantılı olmayan adımları sergiledikleri beş-saniyelik video klipleri seyrettiler. Her bir klipten sonra, denekler gördükleri hareketleri ortaya koyabilmede ne kadar iyi düşündüklerini değerlendirdiler.Sonuçlar Calvo-Merino ve çalışma arkadaşlarını onayladı. Premotor Korteks’teki aktivite eğitim süresince arttı ve hakikaten de deneklerin değerlendirmelerinin seyredilen dans bölümünü sergilemek için olanla ilişkiliydi.Her iki araştırma da; karmaşık bir motor sıralanımı öğrenmenin kas kasılımlarının kontrolü için direkt motor sistemine ilaveten belirli bir hareketi başarmak için vücudun kabiliyeti hakkındaki bilgiyi kapsayan Motor-Planlama Sistemi’nin aktive olduğu durumunu altını çizerek belirtmektedir. Bir motor modelinde insanlar daha uzmanlaşmaya başladıkça, o modelin nasıl hissettiğini daha iyi hayal edebilirler ve o model muhtemelen daha az bir eforla tatbik edilebilir hale gelir. Oysa araştırmamız gösterdikçe, dans dizilimini taklit etmek için veya tenis servisi vermek veya golf sopası sallamak için olan yeteneğin zihinde basit bir şekilde görsel olmadığını göstermektedir. Bu çalışmalar ileri sürebilir ki; o aynı zamanda da kinestetiktir. Gerçeği söylemek gerekirse; gerçek uzmanlık bir bakıma söz konusu olan hareket beynin hareket-planlayıcı alanlarında bir kas algılaması, motor imajı gerektirmektedir. 

 

Sallama, Ses Yapma ve Sosyal Rol

Nörobilimadamları için belki de en enteresan soru ilk olarak insanların neden dansettikleridir. Şüphesiz müzik ve dans birbirleriyle yakından bağlantılıdırlar.Pek çok durumda dans sesi oluşturur.Meksika Şehri’ndeki Aztek Danzanteleri her adımla ses yapan, Chacayotes olarak adlandırılan, ayoyotl ağacından çekirdekleri kapsayan tozlukları giyerler. Diğer pek çok kültürde insanlar dans ederlerken çubuktan Kastanyetlere (İspanyol Çalparası) ve boncuklara, ses-çıkarıcı objeleri vücutlarına veya kıyafetlerine koyarlar. Buna ilaveten dansçılar sık sık el şaklatırlar, çat sesi yaparlar ve ayaklarını yere vururlar. Bunun sonucu olarak da dansın, öncelikli ses çıkaran fenomen olarak yavaş yavaş gelişmesinin ve dans ve müziğin, özellikle de perküsyonun hep beraber ritim oluşturmanın bütünleyici bir yolu olarak gelişmesi olan ‘’Vücut Perküsyonu’’ Hipotezi’ni varsaydık. İlk perküsyon enstrümanları Aztek Chachayotes’lere benzemeyen dans etme kıyafetlerinin parçaları olmuş olabilir. Bundan başka dans, müziğe benzemeyen bir şekilde lisanın erken biçimi olarak hizmet etmiş olabileceğini ileri süren sunuma ve taklit için kuvvetli kapasiteye sahiptir.Doğrusu istenirse dans; el kol hareketinin en saf lisanıdır. Çalışmamızdaki bütün hareket, görevlerimiz süresince Sol Yarıküredeki Broka Alanı (Sol Lateral Frontal) olarak bilinene tepki veren Sağ Yarıküre Bölgesi’nde hareketlenmeyi görmekti. Broka Alanı, klasik olarak konuşmanın üretimiyle ilgili olan Frontal Lob’un bir kısmıdır. Geçen on senedeki araştırma, Broka Alanı’nın ellerin sunumunu kapsadığını da gözler önüne sermiştir. Bu bulgu lisanın el hareketleriyle olmasını, lisanın sesli olmadan önce ilk olarak el kol hareketleri sistemi olarak geliştiğini tartışan destekleyen kimseleri de desteklemektedir.Çalışmamız dansın sunumsal iletişimin bir biçimi olarak başladığı fikri için daha fazla destek öneren Broka Alanı’ndaki Sağ-Yarıküre Homologu’nu (Yapısını) harekete geçirenin bacak hareketi olduğunu gösteren çalışmalar arasında ilkidir.

Bir kişinin dans etmesinin devreye girmesi için Broka Alanı’nın Homologu’nun nasıl bir rolü olabilirdi? Cevap, konuşmayı direkt olarak içerir görünmemektedir. 2003 yılında yapılan bir araştırmada, Los Angeles California Üniversitesi’nden Marco Iacoboni ve çalışma arkadaşları Broka Alanı’ndaki veya onun Homologu’ndaki (Yapısındaki) fonksiyonu rahatsız etmek için Manyetik Beyin Stimülasyonu (Uyarılımı) uyguladılar. Her iki durumda da denekler sağ ellerini kullanarak parmak hareketlerini taklit etmede daha az yapabilmekteydiler.Iacoboni’nin grubu bu alanların taklit etme için önemli olduğunu, diğerlerinden öğrenmede ve bir kültürü yaymada anahtar bir içerik olduğu sonucuna vardılar. Daha başka bir hipoteze de sahibiz. Aslında çalışmamız birbirine benzeyen hareketleri içermese de; hem tango dansı yapmak hem de parmak hareketlerini kopyalamak, beynin birbirinden bağımsız hareketlerin serisini doğru olarak düzenlemesini gerektirmektedir. Broka Alanı’nın kelimeleri ve sözcük grubunu birbirine doğru bir şekilde bağladığı gibi; onun Homologu (Yapısı) da hareketin birimlerini kusursuz sıralanımlar içerisine yerleştirmeye hizmet edebilir.

Gelecekteki nöroimajlama çalışmalarının hem lisan hem de müziğin meydana çıkmasıyla son derece içiçe geçen dans ve onun gelişiminin arkasındaki beyin mekanizmalarına taze bir kavrayış sağlayacaklarını umuyoruz. Dansı, lisanın sunumsal kapasitesinin ve müziğin ritmikliğinin evliliği olarak görüyoruz. Bu etkileşim insanların yalnızca bedenlerini kullanarak hikâye anlatmalarına izin vermekle kalmamakta; lâkin hareketleri diğer insanlarla senkronize ederken böyle yapmak, bir bakıma sosyal bağlılığı büyütmeye de izin vermektedir.

 ZİHİNSEL DANS DÜZENİ (KOREOGRAFİSİ):

* Anteriyor Vermis:

Serebellum’un (Beyincik) bu kısmı Spinal Kord’dan (Omurilik) girdi alır ve dans adımlarını müziğe senkronize etmeye yardımcı olarak metronoma benzer birşey hareket ediyormuş gibi gözükür.

* Medial Genikulat Nükleus:

Düşük duyumsal yol boyunca bir duraktır. Bu alan, beyinin metronomunu düzenlemeye yardım eder gözükmekte ve müziğe olan bilinçsiz şekildeki ayak vuruşlarımızı veya salınımlarımızın eğiliminin temelini oluşturmaktadır. Biz bilinçsiz olarak reaksiyon gösteririz, çünkü bölge korteksteki yüksek duyumsal alanlara ritim hakkında ‘’konuşmadan’’ bilgiyi haber veren Serebellum’a  (Beyincik) bağlanmaktadır.      

* Prekuneus:

Prekuneus bir kişinin duyumsal-bazlı haritasını içererek, dansçının yolunun beden-merkezli veya benmerkezci bakış açısından haritasını çıkarmaya yardımcı olur.

 http://www.okyanusum.com/dansinnorobilimi.html

 
 
Genel içinde yayınlandı | Yorum bırakın